top of page

Covid-19 Dönemi Dezavantajlı Grupları Nasıl Etkiliyor? ve Sosyal Politikaların Yönelimi Nasıl Olmalı?

Prof. Dr. Tarık Tuncay, Hacettepe Üniversitesi, ttuncay@hacettepe.edu.tr

2019 yılının aralık ayı sonunda Çin’in Wuhan eyaletinde görülen Covid-19 virüsü, kelebek etkisi ile dünyanın her yerine birkaç ay içerisinde çok hızlı biçimde yayılmış ve bir pandemiye dönüşmüştür. Pandemi herşeyden önce incinebilirliğin kapsamını genişletmiştir.  Bunun anlamı virüsün, yaş, cinsiyet, ırk ve  sınıf ayrımı gözetmeksizin herkese bulaşmasıdır. Ne var ki toplumun belirli incinebilir kesimleri ile geneli arasındaki farklar da bu yüzden adeta ortadan kalkmıştır. Herkes incinebilir hale geldiği için, çocuklar, engelliler, yaşlılar, kadınlar ve kronik hastalıklar başta olmak üzere toplumun pozitif ayrımcılığa ve özel hizmetlere-desteklere ihtiyaç duyan gruplarının gerekli sağlık, sosyal koruma ve refah hizmetlerine erişiminde potansiyel olarak bir güçlükle karşı karşıya kalınmıştır. Her toplumda mevcut ekonomi-politiğin ve diğer sosyal koşulların etkisiyle gelişen belirli sosyal yoksunluklar karşısında çok önemli bir müdahale aracı pozitif ayrımcılık uygulamasıdır.  Belirli nüfus grupları öncelikli gruplar olarak tanımlanarak toplumsal eşitsizliğin yıkıcı etkilerine karşı etkili bir koruma sağlanır.  Pandeminin küresel etkilerinden birisi, belirli nüfus gruplarının daha incinebilir hale geldiği görüşüdür. Zaten belirli dezavantajları olan kişiler ve aileler üzerine bir de pandemi stresi eklendiğinde, bu kişiler ve aileler çok daha zorlu psikososyal ve ekonomik süreçlere maruz kalabilmektedirler. Bu çerçevede, sosyal politikaların öncelikli ilkeleri arasında incinebilirlik konusuna özel bir yer verilmelidir. Devam eden başlıklar altında belirli nüfus gruplarının pandemi sürecinden nasıl etkilendiğine ilişkin kısa görüşler yer almaktadır.

Çocuklar

Ülkemiz 23 milyonu aşan 18 yaş altı nüfusla halen genç bir ülkedir. 2020 yılı Mart ayından beri okulların önce tatil edilmesi sonra evden internet/TV üzerinden eğitime geçilmesiyle birlikte çocukların tüm yaşamı fiziksel olarak ev içi alanlarda sınırlandırılmıştır. Çocuk koruma politikalarının ilgi konusu olan; istismar, ihmal, sömürü gibi travmatik etkileri olan psikososyal sorunlar devam ederken, eğitime katılma ve toplumsallaşma gibi süreçlerde  önemli zorluklar oluşmuştur. Çocuklarla ilgili etkiler göz önünde bulundurulduğunda, belki de dikkati çeken ilk öncelikli konu çocukların sanal ortamlarda maruz kaldıkları içeriğin oluşturabileceği risklerdir.  Çocuklar zamanlarının büyük bir bölümünü eğitim ihtiyacı ile birlikte pandemi sürecinde dijital ortamlarda geçirmektedirler. Sanal ortamda geçirilen süreye ilaveten maruz kaldıkları içeriğin denetlenmesi ile ilgili çok önemli güçlükler vardır. İçerik sağlayıcısı olan birçok uluslararası firma ile doğrudan kullanıcının muhatap olması ve içeriğin denetlenmesinde bazı güçlükler oluşmaktadır. Ayrıca yürürlükte olan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (2005), çocukların internette maruz kaldığı istismar ve benzeri durumlarla ilgili yeterli düzeyde koruyucu maddeler içermemektedir, bir güncelleme ihtiyaç vardır. Dolayısıyla istismarın bir diğer boyutu olarak sanal ortamda, ‘dijital istismar’ gibi bir sorun artış eğilimi göstermektedir. 

Çocuk istismarı sorununda her üç vakadan en az ikisinde istismarcı profili aile içinden veya yakın çevreden kişilerden oluşmaktadır.  Çocukların her ne kadar en güvenli ortamları olan evlerinde vakit geçiriyor olmaları virüs bulaşından korunmada gerekli bir karar gibi gözükse de, genelde çocuklara yönelmesi muhtemel istismarcı davranışların bir artış riski gösterdiği göz önünde bulundurulmalıdır.  Pandemi açısından güvenli bir alan olan evlerin istismar açısından daha dikkatle izlenmesi gereken bir alan olarak değerlendirilmesinde yarar vardır.  Çocukların maruz kaldığı istismar genelde, okulda öğretmenler ve sağlık kurumlarında saptanmaktadır. Her iki hizmete erişimde görece güçlükler yaşandığı ve somut engeller oluştuğu düşünülürse, çocuk istismarı açısından daha etkili izleme ve takip sistemlerinin çocuklara yönelik sosyal politikaların öncelikli amacı olması hayati derecede önem taşımaktadır. Çocuk koruma hizmetlerinde başvurulan erken uyarı sistemlerini çocuk politikalarının önemli bir bileşeni olarak dikkate almak gerekir. 

 

Kadınlar ve Şiddetle Mücadele

Genel bir nüfus grubu olarak olmamakla birlikte, toplumsal statü sorunlarıyla karşılaşan ve eşitsizliğin yarattığı baskılara uğrayan kadınlar, pandemi sürecinden etkilenen kritik bir nüfus grubu olmuştur. Özellikle kadınlar arasında yardımcı hizmetler gibi  güvencesiz, esnek ve düşük ücretli işlerde çalışanlar pandemi nedeniyle iş kaybına uğramış ve bu nedenle şiddete karşı bir tampon mekanizma işlevi gördüğü herkes tarafından bilinen ekonomik bağımsızlıklarını kaybettikleri  için ev içerisinde  daha korunmasız hale gelmiş olabilirler.  Kadın sorunları ve hakları ile ilgili sivil toplum örgütlerinin derlediği bilgilere göre 6284 sayılı Şiddeti Önleme Yasası kapsamında hakkında koruma ve tedbir uygulanan kadınların özellikle gerekli hallerde ivedilikle kolluk kuvvetlerinden destek almak için yaptığı girişimler, kolluk kuvvetlerinin toplumun geneline yönelik destek hizmetleriyle çok yoğun olması nedeniyle hemen yanıt verilememiştir. Bu grupların güvenlik hizmetlerine hızlı ve etkin biçimde ulaşabilmelerinin önündeki engeller mutlaka gözden geçirilmelidir. Şiddetle mücadele alanı  görev ihmallerini kaldırmayacak kadar risklidir. Kadınlara ve  diğer şiddet mağdurlarına yönelik alanda acil eylem planları oluşturulmalıdır. 

 

Engelliler

Türkiye nüfusunun yüzde on ikiden fazlasını oluşturan engellilerin pandemi sürecinde mevcut dezavantajlı konumlarının çoklu dezavantajlara dönüştüğü gözlenmektedir. Engellilerin temel sağlık ve sosyal hizmetleri erişiminde çeşitli güçlüklerle karşılaştıkları bildirilmektedir. Erişilebilirlik, engelli bireylerin ülkemizde halihazırda yaşadığı en öncelikli problem olarak güncelliğini korumaktadır. 

Çoklu engelli olan kişilerin Covid-19 virüsüne karşı en yüksek risk grubu içinde olduğu bilinmektedir. Ne var ki, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu’nun bildirdiğine göre, çoğu engellinin kullandıkları ilaçlar, medikal ve sarf malzemelerinin birçoğundan ciddi katkı payı ve fiyat farkları alınmaktadır. Yaşamsal önem taşıyan bu malzemelere erişimde ciddi zorluklar yaşanmaktadır. Engelli nüfusun önemli bir diğer problemi pandemi ile birlikte çalışma yaşamına  erişim zorluklarıdır. İstihdam edilmemiş birçok engelli birey yoksulluk sınırı altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Ailesinde bakıma muhtaç engelli birey olan çalışanlar salgın sürecinde daha da büyük güçlükler yaşamaktadırlar. Engelli bireylere eğitim veren Özel Rehabilitasyon Merkezleri kapalı olduğundan engelli eğitimleri yapılmamaktadır. Bu merkezler ayrıca çok zor durumda kalmışlardır. Zira bu çocukların uyum sağladıkları ortamlarda ve alıştıkları öğretmenlerle eğitimlerine devam etmeleri çok önemlidir. Özel eğitimde uzaktan eğitim programlarının niteliği ve etkisinin artırılmasına da ihtiyaç vardır. Engellileri odak alan sosyal politikaların çok önemli bir belirleyicisi erişilebilirliğin artırılması olmalıdır. 

Yaşlılar

Covid-19 pandemisinin yaşamını en çok tehdit ettiği nüfus grubunu yaşlılar oluşturmaktadır. Son verilere göre hastalık tanısı sonrası vefat eden kişilerin yaklaşık dörtte üçünü 65+ yaş grubu kişiler olmuştur. Bu nedenle zorunlu sosyal izolasyon uygulaması yapılan ilk grup yaşlılar olmuştur. Ev karantinası, yaşlılarda virüs bulaşma ve ölüm riskini azaltan bir uygulama olsa da,  süre uzadıkça yaşlı ruh sağlığı ve sosyal işlevselliğinin yanı sıra beden sağlığı açısından da son derece riskli sonuçlar doğmaktadır.

Yaşlı nüfusun içinde bulundukları sosyal koşullar ve incinebilirlik faktörleri dikkate alınarak pandemiden bağımsız olarak ihtiyaç duydukları hizmetlere, bakım ve tedavilere erişimlerinin önündeki engellerin dikkatli bir risk taraması ile gözden geçirilmesi zorunludur. Yalnızca aile hekimlikleri ile değil, profesyonel sosyal hizmet ve sosyal refah programlarıyla ve aynı zamanda örgütlü gönüllülük araçlarından yararlanarak yaşlıların ihtiyaçlarının düzenli takibinin yapılmasını sağlayan kapsamlı bir yaşlı refahı koruma politikası ve ilgili eylem planı oluşturulmalıdır. Evde izolasyon süresince yaşlı bireyler açısından iyilik halinin bir bütün olarak ele alınması ve sürdürülmesi sağlanmalıdır. 

Türkiye Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin bildirdiğine göre, yaşlı bireylerin genel sağlık durumu, tıbbi müdahalelerden ziyade günlük yaşam aktivitelerinin niteliğinden etkilenir. Örneğin, evinde izolasyon uygulaması sırasında ulaşılabilen gıda maddeleri veya yenen yiyecek türlerindeki değişiklikler, ya da sıvı tüketiminin değişmesi kalp yetmezliğinin alevlenmesini hızlandırabilir. Evde egzersiz eksikliği nedeniyle ortaya çıkan kas zayıflığı düşmelere neden olabilir. Sosyal ilişkiler ve dış dünyayla bağlantılı olmanın sağladığı bilişsel uyarımda azalma bilişsel ve davranışsal sorunlara yol açabilir ya da demansın ve var olan diğer zihinsel yetersizliklerin ağırlaşmasına neden olabilir. Bütün bunlara ek olarak da sağlık sorunları yaşadıklarında, hastane ve sağlık merkezlerine gitme korkusu yaşlının acilen alması gereken bakım ve tedavinin gecikmesine neden olabilir. Yaşlıların hayatında önemli bir gündem olan fiziksel sağlık sorunlarının artması izolasyonun psikolojik yükünün daha da ağırlaşması anlamına gelmektedir. Çünkü yaşlı bireyin ruhsal durumu fiziksel sağlık ve işlevselliğinden doğrudan etkilenmektedir.

Yaşlılara yönelik koruyucu sosyal politika enstrümanları arasında özellikle tele-health gibi (tele-sağlık, örn Bkz. Tunstall) unsurlar yer almalı, bilişim teknolojilerinin etkin biçimde kullanıldığı araçlardan daha yoğun biçimde yararlanılmalıdır.  Bu sistemle dünyanın birçok ülkesinde, yaşlıların psikolojik, sosyal veya diğer işlevsel ihtiyaçlarının takip edilmesini sağlayan etkin bir uzaktan sosyal destek uygulaması yürütülmektedir. Türkiye'de  Ankara Valiliği ve diğer bazı yerel yönetimler gibi birimlerde ‘yaşam destek birimleri’ oluşturularak telefon yoluyla etkin sosyal destek uygulamaları yürütülmüş; yaşlıların temel sağlık göstergelerinin düzenli izlenmesi mümkün olmuştur.  Bu araçlarla ilgili girişimlerin hem aile Hekimliği, hem de koruyucu-önleyici sosyal hizmetleri içerek biçimde bütünleşik olarak tasarlanmasında yarar olacaktır. 

Sosyal Politikalarının Yönelimi Nasıl Olmalı?

Covid-19 küresel pandemisinin tüm toplumlarda görülen tipik etkileri, kamu hizmetlerine olan talebin yoğunluklu olarak artmış olmasıdır. Şüphesiz 1970’lerde altın çağını yaşamış olan sosyal refah devleti modeli yeniden gündeme gelmiştir. Toplumun birçok kesiminde ‘yeniden sosyal refah devleti’ başlığı altında tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1980'lerde ivme kazanan ve Anglo-Amerikan dünyanın temsil ettiği değerler sorgulanmaya başlanmıştır. Bu sistemin artışına etkide bulunduğu, sosyal eşitsizlikler ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler süreçte etkisini daha fazla göstermiştir.  Kamu otoritelerinden, hızla yaygınlaşan sosyal ve ekonomik yoksunlukları telafi etme yönünde aktif girişimler ve destekler talep edilmiştir.  ‘Ebeveyn’ devlet modeline dönüş yönünde eğilimler görülmeye başlamıştır. Ne var ki geniş ölçekte yaşanan birçok toplumsal sorunun ve ekonomik güçlüklerin yalnızca devlet eliyle hafifletilmesine veya ortadan kaldırılmasına dönük çabalar mevcut ekonomi-politik temelinde ve  toplumsal sistemin kapasitesi ile karşılanabilecek gibi gözükmemektedir. Diğer ifadeyle devletçi bir geleneksel sosyal politika modeline yönelmek oldukça riskli gözükmektedir.

Ortak Sorumluluk Bilinci

Toplumun çeşitli nüfus gruplarına yönelik sosyal politikaları ve sosyal refah hizmetlerini bütünleyen sosyal politikaların ilkesel olarak ortak sorumluluk bilinci içinde hem kamu hem de sivil toplum örgütlenmeleri arasında dengelendiği bir uygulama çerçevesinin inşa edilmesi hayati derecede önem taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir imparatorluk bakiyesidir. 1923'te ülkedeki yönetim rejimi değişmiş olsa da kurumlarıyla devlet devam etmiştir. Sosyal politikaların,  sosyal refah uygulamalarının çok önemli aktörü  bu süreçte büyük oranda vakıflarla dengelenmiş olan sivil toplum olmuştur. Örneğin 1923'te imparatorluktan devralınan Himaye-i Etfal Cemiyeti (sonraki adıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu)  o zamanki hükümetin tüm devletçi yönelimlerine karşın kurucu önderimiz Atatürk tarafından devletleştirilmemiş, vakıf örgütlenmesi olarak hizmet etmeye devam etmiştir. Burada toplumun sosyal sorunlar karşısında  örgütlü toplumsal dayanışma refleksinin körelmemesi gerektiği görüşü etkili olmuştur. Çocuk Esirgeme Kurumu'nun ancak 1940'lardan sonra bir dönüşüm geçirdiği bilinmektedir. Selçuklulardan itibaren Anadolu'da ve genel olarak Türk toplumunda güçlü olan vakıf geleneği birçok tarihçinin işaret ettiği bir toplumsal özelliğimizdir.  Şu halde, içinde bulunduğumuz  belirsiz ve kaotik küresel etkiler yaratan pandemi sürecinde  ve sonrasında sosyal politikaların yönelimi hem kamu otoriteleri (merkezi hükümet ve yerel idareler),  hem de  kamu yararı gözeten örgütlü sivil toplum hareketlerinin desteklenmesi yönünde olmalıdır.

Yaygın sosyal sorunlar ve yoksunluklar karşısında vatandaşlardan sürece yalnızca pasif destekler vermesini beklememek gerekir.  Pasif destekten kastımız,  ekonomik hayata sınırlı ölçüde katkı vermek,  maske-mesafe-temizlik şeklinde özetlenen pasif sağlık tedbirlerini almak ile sınırlı kalmamalıdır. Yalnızca bireysel ayni-nakdi yardımlar içeren hayırsever pratik yardım çabaları da süreklilik arz etmemektedir, hatta yıkıcı bağımlılık dahi oluşturabilmektedir. Bunun ötesinde örgütlü yardımlaşma ve dayanışma faaliyetlerine yönelim teşvik edilmelidir.  Avrupa ülkeleri her ne kadar sosyal refah devleti pratiğinde hatırı sayılır bir tecrübe biriktirmiş olsa da,  pandemi krizinde sivil toplum gücünü ve gönüllülük girişimlerini aktif biçimde destekleyen uygulamalara yön vermiştir. Örneğin salgının çok yoğun yaşandığı  İtalya'da  yerel yönetimlerin ve ilgili sivil toplum örgütlerinin organizasyon desteği ile mahalle ve komşuluk örgütlenmeleri artırılmıştır.  İnsanlar dayanışma gönüllüsü olarak ikamet ettiği bölgelerde bulunan engelliler, yaşlılar, kronik hastalar gibi kişilerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması, ve öznel-duygusal sosyal destek etkileşimlerinin sürdürülmesi için doğrudan destek sürecinde rol almışlardır. Salgının sürekli artışı göz önünde bulundurulduğunda kamunun beşeri sermayesini son derece zorlayan bir yaygınlık söz konusudur.  Diğer taraftan değişimin nesnesi olmak yerine öznesi olan vatandaşların pandemi ile baş etmede toplumsal bilincin artırılmasında daha doğru bir konum alması sağlanmaktadır. Eğer insanlar değişimin öznesi olur ise birçok sosyal sorunu çözmek çok daha hızlı mümkündür.  Aksi durumda insanlar içinde bulundukları koşullarla ilgili sorumluluk duygusundan bağımsızlaşma ve devlet otoritesi yasak koymadığı zamanlar sanki bir sağlık krizi yokmuş gibi yeterli ölçüde tedbir almama eğilimi görülmektedir. Örneğin Sağlık Bakanlığı’nın sıklıkla ifade ettiği ‘tedbiri elden bırakmayalım’ mesajlarına karşı toplumun birçok kesiminde maske kullanma ve hijyene dikkat etme konusunda birçok özensiz davranışı gözlemek mümkündür. Dolayısıyla eğer insanlar bir sorunun karşısında sorunu çözme yönünde daha aktif rol alırlarsa ancak o zaman toplumsal bilincin istenen ölçüye ulaşılabilir ulaşabileceği düşünülmektedir, aksi durumda kuralları benimsetmek çok daha güçtür. 

bottom of page