Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
PhD Professor, Hacettepe Unv Dept of Social Work
Sosyal Çalışma Müdahalesinin Etkileri ve Teori Kullanımı
(Sosyal Hizmet Magazin, Sayı 5, Mart 2019)
Prof. Dr. Tarık Tuncay, Hacettepe Üniversitesi, ttuncay@hacettepe.edu.tr
Sosyal Hizmet Magazin’in beşinci sayısında (Mart, 2019) ağırlıklı olarak, uygulamada kullanılan teorik yaklaşımlara yer verdik. Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu Genel Sekreteri Rory Truell’in konuyla ilgili harika bir yazısıyla da başlangıç yaptık. Truell bir gazeteye (The Independent) önceden yazmış olduğu yazının Türkçe’de sosyal hizmet meslek camiası ile buluşmasından mutluluk duydu. Yazıda sosyal çalışmanın öncelikli sosyal sorunları çözmedeki güçlü etkileri açıkça ortaya konulmuştu. Bireyden topluma genişleyen yelpazede, sosyal refahı artıran sosyal çalışma müdahalelerinin etkili sonuçlar ürettiğini görmek hepimizi motive ediyor. Kamuoyunun bu konudaki bilinç düzeyinin artması da mesleğin toplumsal saygınlığını yükseltiyor.
Teorinin Etkisi
Mesleki müdahalelerin etkililiğini hangi faktörler etkiler? Akla öncelikle profesyonelin tutumu, çalışma alanıyla ilgili yasal ve idari düzenlemeler, hizmet alanın değişim motivasyonu gibi faktörler geliyor. Burada çok önemli bir diğer faktör de müdahalede başvurulan teorilerdir. Kişilerin tanımlanmış sorunlarını çözmede uygun olacağı varsayılan belirli teknikleri ve/veya bakış açılarını içeren bir rehber olarak kullanılan teorilerden söz ediyoruz. Sosyal çalışmacının psikososyal müdahalede kullanacağı araçları kast ediyoruz. Bu sayıda, Moreno’nun psikodramasına, bilinçli farkındalık temelli yaklaşımlara ve EMDR’ye yer verdik. Literatürde onlarca teorik çerçeve vardır. Bir çoğu için mezuniyet sonrası eğitim ve sertifikasyon gerekiyor. Bu süreçler uzmanlaşma sağlıyor.
Dört Tip Teori
Esasında, sosyal çalışma müdahale teorileri için -niteliğine göre- dörtlü bir sınıflandırma yapılır (Payne, 2015). Birincisi perspektiflerdir. Müdahalenin konu olduğu psikososyal sorunun temellerine ilişkin bir bakış açısı sağlayan ve teknikleriyle birlikte kapsamlı bir bilinci ve daha önemlisi ‘duruşu’ içeren bir mercektir perspektifler. Değer yüklüdür. Örneğin, sığınma evinde kalan şiddet mağduru bir kadınla feminist perspektife başvurmadan çalışırsak, hizmet alanın toplumsal cinsiyet tutumlarını nasıl değiştirebiliriz? Ataerkil kültürün kadına yönelik şiddeti nasıl meşrulaştırabileceğine ilişkin bilinçlendirmeyi nasıl yapabiliriz? Veyahut, bir kanser veya psikoz hastasıyla çalışırken insancıl perspektifi kullanmadan, hizmet alanın maruz kaldığı toplumsal damgalanmaya karşın, kabul, güven, eşitlik ve mikro güçlendirmeyi nasıl sağlayabiliriz? Kendilik değerini nasıl artırabiliriz?
İkinci teori grubu, çerçevelerdir. Perspektiflerden farklı olarak daha az değer yüklüdür. Bir sorunun sistematik olarak analiz edilmesini sağlayan araçlardır. Teorik çerçevelere iyi bir örnek ekolojik sistem teorisi olabilir. Örneğin bir kentteki sokak çocukları sorununu, ekonomik, bilişsel, duygusal, sosyal, kültürel ve politik yönleriyle analiz edebilmek için eko-sistemik çerçeve olmadan nasıl bütüncül bir kavrayış oluşturabiliriz? Bugün ekolojik sistem teorisi yalnızca bütüncül bir araç olmakla sınırlı değildir, sosyal çalışmanın diğer yardım edici mesleklerden (örneğin psikolojiden ve psikolojik danışmadan) farklılığını göstermeyi de kolaylaştırır.
Üçüncü teori grubu modellerdir. Mekanik işlem adımları içeren uygulama protokolleri tasarlanmış olan çerçevelere modeller diyebiliriz. Karmaşık bir sorunda, somut, tutarlı ve yapılandırılmış araçlar olarak uygulama modellerine başvururuz. Modele iyi bir örnek, sosyal çalışma akademisyenleri William Reid and Laura Epstein tarafından 1970’lerde geliştirilmiş olan görev-merkezli uygulamadır. Örneğin madde bağımlılığı tedavisinde kullanılan bir tedavi protokolü olan Adsız Alkolikler grubuna, direnç gösteren bir gencin katılımını sağlamak için görev-merkezli modelin işlem adımları olmadan nasıl hareket edebiliriz?
Son grupta ise açıklayıcı teoriler yer alıyor. İnsan davranışlarına ilişkin güçlü ampirik açıklamalar içerir, hem nedene hem de nasıla ilişkin bilgi ve beceriler sağlarlar. Bugün ruh sağlığı mesleklerinin psikoterapide en sık kullandığı açıklayıcı teorilerin başında bilişsel-davranışçı teori geliyor. Hem bilişe, duyuşa ve davranışa ilişkin araştırmayla desteklenmiş birçok açıklama üretmiştir. Hem de psikososyal müdahalenin ölçülebilir olmasını sağlamaktadır. Somut protokolleri sayesinde de uygulanabilirliği çok daha yüksektir. Örneğin anksiyete bozukluklarında, travma semptomlarının giderilmesinde bilişsel-davranışçı terapi içermeyen bir müdahalenin (örneğin psikiyatride yalnızca psikofarmakoloji kullanılması) etkisi ne kadar uzun sürebilir?
Toplumsal İtibar İçin Teori
Sosyal çalışma müdahalelerinin etkileri ancak teorilerle zenginleştirildikçe görünür olacaktır. Sosyal hizmetlerin doğasında var olan, insani ihtiyaçların giderilmesi ve sosyal koşulların iyileştirilmesine yönelik somut çabaları ancak psikososyal müdahalelerle içe içe biçimlendirdiğimizde arzu ettiğimiz mesleki saygınlığa kavuşabiliriz. Aksi durumda sosyal çalışmanın, sosyal yardıma veya sosyal incelemeye indirgenme sorunu uzun yıllar sürecektir.
Sosyal çalışmayı ne değerden ne de teorik bilgiden-beceriden bağımsız olarak uygulamak olanaklı değildir. Her ikisi de iç içedir. Uluslarararası sosyal çalışma meslek tanımında yer alan; insan hakları, sosyal adalet, ortak sorumluluk ve farklılıklara saygıdan oluşan dört değer, sosyal çalışmacılara insani sorunlar karşısında bir konum alma olanağı veriyor. Teorik perspektifler, çerçeveler, modeller ve açıklayıcı teoriler ise karmaşık insani sorunları bilimsel araçlarla çözme mesleği olarak çok geniş sorun alanlarında çalışmamızı mümkün kılıyor. Bu noktada bir konuyu daha kısaca gözden geçirmemizde yarar var.
İki Sözde Kutup
Bir sosyal çalışmacının teori kullanımında temel seçimi ne olmalıdır? Bir ya da birkaç teoride uzmanlaşma mı yoksa görece geniş bir teori grubunda yetkinlik gösterme mi? Bu tartışma sosyal çalışma literatüründe ‘eklektisizm’e karşın ‘selektivizm’ olarak yer alıyor. Teorik çeşitliliğe referansla çalışmaya karşın uzmanlaşmaya dayalı çalışma. Sosyal çalışmanın bütüncül sosyal sorun kavrayışı tercihi nedeniyle, uygulamaların eklektik olması gerektiği sıklıkla vurgulanır. Sosyal çalışmacılar kendi bilgi-beceri yetkinliklerine değil müracaatçının gerçek ihtiyaçlarına bakarak müdahale planlarını yapmalıdırlar. Hiç şüphesiz, bilişsel-davranışçı teori gibi, bazı psikoterapötik yaklaşımlarda uzmanlaşma ile birçok psikososyal sorunda bu yaklaşıma dayalı çalışılabilir. Fakat sosyal çalışmanın doğası teorik bir sınırlamayla çalışmanın hizmet alanın refahı açısından riskli olabileceğini öngörüyor. Örneğin kadına yönelen şiddetle ilgili müdahalelerde yalnızca eko-sistemik, görev-merkezli veya insancıl perspektif kullanılırsa uygulamadan elde edilen çıktılar, sosyal çalışmanın nihai amaçlarına (ve değerlerine) ne kadar uyabilir? Feminist, bilişsel davranışçı veya psikodinamik teoriler de uygulamada gerekli olabilir. Dolayısıyla hizmet alanın ihtiyaçlarına göre bir ya da birden çok teorik seçim içeren bir müdahale planı, eklektik uygulamanın özünü oluşturur.
Sosyal çalışma müdahalesinde teori kullanımında eklektisizmin tercih edilmesinin çok önemli bir nedeni daha olduğunu belirtmeliyiz. Yirminci yüzyılda, Batılı insanın düşünce sistemini ve değer yargılarını büyük ölçüde Sigmund Freud, Carl Gustav Jung ve Carl Rogers gibi psikiyatri-psikoloji düşünürleri şekillendirdi. Bu yazarlar yalnızca bilgi üretmekle kalmadı, insan hakkındaki ontolojik sorgulamaya da dâhil oldular. Örneğin yüzyıllarca felsefenin, ilahiyatın konusu olan “kötülük” kavramına ilişkin açıklamalar, hem psikodinamik teorinin hem de insancıl teorinin adeta özünü oluşturdu. Her ikisi de şu soruya yanıt aradılar: Fiziksel ve cinsel şiddetin kaynağı nedir? Psikodinamik teori, dürtüler yanıtını verdi. İnsanın özünde var olan dürtüler. Erken çocukluk deneyimlerinin bütün bir insan hayatını temelden şekillendirdiğini savundu. Dürtü psikolojisi adeta “günahkar doğan insan modeli”ni savunmuştur. Problemi insanın içinde ve geçmişinde aramayı ve çözmeyi hedeflemiştir. Diğer taraftan insancıl teori, kötülüğün kaynağını içeride değil, dışarıda aradı. Fiziksel ve cinsel şiddetin kaynağını, “hayal kırıklığı” olarak açıklamıştır. İnsanların sevgi, güven ve ait olma ihtiyaçlarının karşılanmadığı kültürlerin şiddeti ürettiğini ve sürdürdüğünü ısrarla savunmuştur. Kötülüğün içte olmadığını davranışta olabileceğini, bunun da bilinçli biçimde olmayacağını vurgulamıştır. Şu halde, Freudyen izler taşıyan teoriler içgörücü iken, Rogeryan teoriler özgürleştiricidir. Birisi bardağın boş tarafına bakarken, diğeri dolu tarafına bakmıştır. Görüldüğü gibi bilimsel teoriler profesyonel bakışı derinden şekillendirebiliyor. Dolayısıyla, eğer eklektik uygulama yerine uzmanlaşmaya dayalı bir sosyal çalışma anlayışını bütünüyle bir tercih gibi algılarsak, bu seçimimiz, sosyal çalışmacıların insani sorunlar hakkında birbirine zıt görüşler üretmesine neden olabilir. Sosyal çalışmada çatışmalı kutuplar yaratabilir. Bu meseleyi incelikle dikkate almalıyız. Bugün psikoloji bilimi, yaşam felsefemizi ve dünya görüşümüzü şekillendirmede en az din kurumu kadar etkili olmayı sürdürüyor.
Son tahlilde, bilimsel bilgiye, teoriye, belirli bir mesafeden bakabilmek çok önemlidir. Eklektik uygulamayı şüphesiz temel almalıyız. Buna ilaveten mezuniyet sonrası eğitimlerimizle sosyal hizmet alanlarında uzmanlaşmaya da özen göstermeliyiz. Fakat bir teorik perspektifin argümanlarına kulak kabartırken, lisans eğitiminde edindiğimiz diğer teorik perspektifleri duymaktan ve kullanmaktan da vazgeçmemeliyiz.
Bugün ülkemizde mesleğin ihtisaslaşma ihtiyacı çok daha yoğun olarak hissediliyor. Sosyal hizmet yüksek lisans programlarının yanı sıra, psikososyal değerlendirme ve müdahaleyle ilgili birçok sertifika programına katılmak sosyal hizmet mezunları için artık zorunlu oldu. Değişim mesleği olan sosyal çalışmanın fark yaratan uzmanları olmak için bilgi havzasından asla ayrılmayın, Uygulamayı güncel bilgi ve yaklaşımlarla sürekli besleyin. Geleceğin meslekleri arasında yer alan sosyal çalışmada yetkinliğin temel koşulu budur.
Payne, M. (2015) Modern Social Work Theory, 4th Edition, New York: Oxford University Press.