top of page

Hangi Sosyal Çalışma?

Mesleğin Siyaseti Üzerine Bir Akıl Yürütme

(Sosyal Hizmet Magazin, Sayı 4, Şubat 2019)
Prof. Dr. Tarık Tuncay, Hacettepe Üniversitesi, ttuncay@hacettepe.edu.tr

Barbara, Lucas ve İrfan. Üçü de meslektaş, üçünün de lisans eğitimi sosyal hizmet bölümlerinden, sosyal çalışmacılar.

Barbara, lisans eğitimini tamamladıktan hemen sonra yüksek lisans eğitimine başladı. Üç yıl süren klinik sosyal çalışma yüksek lisansının ardından, uygulayıcı lisansı sınavına girdi. Sınavı geçti. Lisanslı klinik sosyal çalışmacı unvanı aldı. Bir hastanenin psikososyal hizmetler biriminde çalışmaya başladı. Ülkesi ABD genelinde 700 bine yakın sosyal çalışmacı var. Yaklaşık 500 kişiye bir profesyonel düşüyor. Sosyal çalışma eğitimi 1900’lerin başında başlamıştı. Bugün sosyal çalışmacıların yarıya yakını ruh sağlığı hizmetlerinde çalışıyor. Bunu aile ve çocuk hizmetleri, tıbbi alan ve okul sosyal hizmeti izliyor.

Lucas, sosyal çalışma lisans eğitimini tamamladıktan sonra bir okulda çalışmaya başladı. Bir yandan da çocuklarla ve ergenlerle çalışmalarını destekleyen sertifika eğitimleri alıyor. Ülkesi İsveç genelinde 30 binden fazla sosyal çalışmacı bulunuyor. Sosyal çalışmacılar bir meslek odasına tâbi olarak görev yapıyor. Odanın mesleki etik kurallarına uymakla yükümlüler. 300 kişiye bir profesyonel düşüyor. 1920’lerden beri sosyal çalışma eğitimi veriliyor. Sosyal çalışmacılar genelde, aile-çocuk refahı alanlarında, sosyal bakım hizmetlerinde, alkol-madde bağımlılığı tedavisinde ve sosyal yardım hizmetlerinde çalışıyor. İskandinav modeli bireyden ziyade aile merkezli olarak yapılandırıldığı için tüm hizmetlerde aile sistemini güçlendirmeye çalışıyorlar. Tüm bireylerin sosyal refah haklarının korunması ve geliştirilmesini sağlayan çok sayıda sivil toplum örgütlenmesinde aktif roller üstleniyorlar. Ayrıca büyük oranda yerel yönetimlerin kuruluşlarındalar.

İrfan, sosyal çalışma lisans eğitimini, bir devlet üniversitesinin sosyal hizmet bölümünde bitirdi. Mezuniyetinden önce ülke genelinde tüm lisans eğitimi alanların girdiği genel bir sınava girdi, kamu personelini seçme sınavı. Yüksek bir puan aldığı için atanmayı başardı. Aile Bakanlığı’na bağlı bir sosyal hizmet merkezinde çalışmaya başladı. Sıklıkla sosyal inceleme yapıyor. Ekonomik yoksunluğu olan gruplara ayni ve nakdi yardım ve destekler planlıyor. Ülkesi Türkiye genelinde 15 bin civarında sosyal çalışmacı bulunuyor. Ülke nüfusuna oranla bakıldığında 5500 kişiye bir sosyal çalışmacı düşüyor. Sosyal çalışma eğitimi 1961’den beri veriliyor. Sosyal çalışmacıların tamamına yakını kamu hizmetlerinde; Aile, Sağlık ve Adalet Bakanlığı’na bağlı kuruluşlarda çalışıyorlar. Sosyal hizmet bürokrasisinin uygulayıcısı konumundalar.

 

Üç Farklı Yönelim

 

Barbara, Lucas ve İrfan. Üçünü, aynı mesleğin farklı çalışma alanlarındaki uygulayıcıları olarak görmek yeterli mi? Üçünün de aldığı sosyal hizmet lisans eğitimi içerik yönünden aynı uluslararası standartlara göre yapılandırılmış. Ne var ki ülkelerindeki sosyal politika ve sosyal hizmet kavrayışı her birinin mesleki kimliğini farklı biçimlerde şekillendirmiş. Barbara tipik bir ruh sağlığı çalışanı; kişilerin bireysel ve bireylerarası ilişki dinamiklerine ve başetme kapasitelerine müdahale ediyor. Lucas bir çocuk koruma profesyoneli; okul sistemindeki çocukların psikososyal ve pedagojik gelişimlerini destekleyen farklı müdahaleler yapılandırıyor. İrfan ise bir sosyal yardım-destek profesyoneli; aileleri mutlak yoksulluktan ve sosyal risklerden koruyan yardım ve destek hizmetleri için sosyal inceleme yapıyor.

Tanınmış İngiliz sosyal çalışma profesörü Malcolm Payne, dünya genelinde yirmiden fazla dile tercüme edilen “Modern Sosyal Çalışma Teorisi” (2015, Oxford Yay.) başlıklı kitabında sosyal çalışmanın her ülkedeki farklı görünümünü o ülkede hakim olan siyasi paradigmanın izdüşümü olarak okur. Üç dünya görüşü sosyal çalışmanın rollerini şekillendirir: Sosyal demokrat, (neo)liberal-muhafazakar ve sosyalist.

Sosyal demokrasi sosyal çalışma mesleğine hümanist-reformcu ilkeyle iz bırakır. Devletin demokrasiyi ve insan haklarını koruyarak güç ve yetki ilişkilerinin olumsuz etkilerini sınırlandırma çabası genel bir amaçtır. Refahın hedefi, sosyal reformdur.

(Neo)liberalizm sosyal çalışmayı bireycilik ilkesiyle etkiler. Bireylerin özgürlükleri sürekli teşvik edilirken, yaşamın sorumluluğu kendilerine yüklenir. Kısaca, “özgürsün çünkü hayatından sorumlusun!” denilir. Bu söz bir miktar ironi içerir. Ayrıca verilen bu özgürlükler sayesinde, herkesin ekonomik büyümeye katkı sağlaması beklenir. Muhafazakarlık ise birçok ülkede (neo)liberalizmin tamamlayıcı unsurudur. Sosyal çalışmaya yansıması tipik bir otoriteryanizmdir. Geleneksel sosyal grupların gücünün korunması esastır. Sosyal hijyen temel bir meseledir. Her ikisinde de refahın hedefi, toplumsal düzen ve kontroldür. 

Sosyalizm sosyal çalışmaya kolektivizmle yansır. Bireyciliğin karşı kutbudur, toplumsal kalkınmanın bireysel alandaki fedakârlıklarla mümkün olacağına inanılır. İnsanların ortak iyilik haline katılımını planlama genel bir amaçtır. Refahın hedefi ise, sosyal değişimdir.

Siyasi İklimin Etkisi

Ülkenin siyasi iklimi sosyal demokrasiye yakınlaştıkça, mesleki uygulamalar güçlendirmeci ve terapötik/destekleyici çizgide daha çok konumlanıyor. Ülkenin siyasi iklimi (neo)liberal-muhafazakar yapıya yakınlaştıkça, mesleki uygulamalar toplumsal düzeni koruyan-sürdüren, sorun çözmeye, uyuma odaklanan bir nitelik yansıtıyor. Ülkenin siyasi iklimi sosyalist paradigmaya yakınlaştığında ise, mesleki uygulamaların odağı toplumsal değişmeye kayıyor. Savunmasız ve dezavantajlı kişilerin haklarını geliştirme temel bir meseleye dönüşüyor.

 

Barbara, Lucas ve İrfan. Her birinin kendi ülkelerindeki mesleki konumlarını siz tahmin edin!

Şunu unutmamalıyız: Bu bir konstelasyon halidir. Yani, yıldızların birbirleriyle olan ilişkileri ve birbirlerine olan mesafeleri gibi, üç paradigma arasında belirli bir yerde konum alma durumu söz konusudur. Çünkü sosyal çalışma akademik bir disiplin ve meslektir. Herhangi bir siyasi ideolojinin doğrudan uygulaması veyahut yansıması değildir. Fakat hepsinden izler de taşır. Bireyci olduğu kadar kolektivist olmalı, terapötik olduğu kadar sosyal değişimci olmaya çalışmalıdır. Son tahlilde, sosyal çalışma, ihtiyaçlara göre toplumsal olarak inşa edilir. Psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi disiplinlerin uygulamaları için de geçerlidir bu hal. Örneğin bireyci değerleri yansıtan self-determinasyon da, onun karşı kutbu, kolektivist değerleri yansıtan sosyal adalet de mesleğin temel değerleri arasındadır. Ama bu bir çelişki değildir. Sosyal çalışmacıdan beklenen hizmet alanın gereksinimlerine göre ikisi arasında bir denge kurmaktır. Kimi vakada yüksek yarar, kimi vakada ise seçim özgürlüğü. Hassas bir denge.

Zaten sosyal çalışmanın bir ideolojinin uygulaması olduğunu nasıl düşünebiliriz? Eğer öyle olursa, meslek bilimsel kimliğini yitirir. Cemil Meriç’in dediği gibi; “İzmler (siyasi ideolojiler) idrâkimize giydirilmiş deli gömlekleridir”. Hem düşünce özgürlüğüne ket vuran hem de tarafsız düşünmeye açıkça engel olan dramatik bir etkisi vardır izmlerin. O yüzden sosyal çalışmanın hem bir meslek hem de akademik bir disiplin olduğu vurgusunu sıklıkla tekrarlamalıyız. Her türlü siyasi sapma ve indirgemeye karşı mesleğimizi korumalıyız.

bottom of page