top of page

Sosyal Çalışmanın Çocuk Meselesi

(Sosyal Hizmet Magazin, Sayı 3, Aralık-Ocak, 2018/19)
Prof. Dr. Tarık Tuncay, Hacettepe Üniversitesi, ttuncay@hacettepe.edu.tr

Sosyal Hizmet Magazin’in 2018 Aralık sayısının ana konusu çocuk. Değişmeyen öncelikli mesleki odağımız olan çocuk. Hem tasamız hem de ümidimiz olan çocuk. Her biri özgün olan ve incelikle işlenmiş olan yirmiden fazla yazıyla geniş bir yelpazede, çocuk meselesine farklı pencerelerden bakıyoruz. Bugün çocuklar hepimizin en incinebilir varlığı ve çocukluk üzerine yoğun bilimsel fikirler üretmeye devam ediyoruz. Çok değil, yarım asırda çok önemli değişimler yaşadık. Çocuğa fiziksel müdahalenin bir terbiye yöntemi olarak görüldüğü bir anlayıştan, disiplin merkezli bir pedagojiden, çocukların merkezde olduğu fakat ebeveynlik krizlerinin, hiper anne babalığın eşlik ettiği bir döneme geçtik. Onlarla konuşurken seçtiğimiz her kelime, gelişimlerinde çok etkili. Çocukların ayrı bir dile, yetişkinlerin dünyasından farklı bir iletişim ortamına ihtiyaçları olduğunu unutmamalıyız. Onların zihinsel ve duygusal gerçeklikleri kelime kelime inşa ediliyor. Dr. Haim Ginott’un belirttiği gibi; “Kestiği yere çok dikkat eden tecrübeli bir cerrah gibi, ebeveynlerin de kelimelerin kullanımı konusunda beceri sahibi olmaları gerekiyor. Çünkü kelimeler bıçak gibidir. Fiziksel olmasa da, çok acı veren duygusal yaralar yaratabilirler.”

Sosyal çalışma, sorun çözme mesleğidir. Mesleki kimliğini sosyal sorunlar üzerinde biçimlendirir. Geniş yelpazedeki sorunlar içinde çocuklarla ilgili olanlar ise sosyal çalışmanın her zaman öncelikli alanı olmuştur. Bugün sosyal çalışmacılar çocuklarla; koruma, bakım, eğitim, rehabilitasyon ve tedavi hizmetlerinde aktif olarak çalışıyorlar. Müdahaleler tipik olarak, çocuğun aile çevresinde veya kuruluş ortamında temel ve psikososyal ihtiyaçlarını değerlendirmek ve gelişimini destekleyici müdahalelerle sürüyor.

 

Çocukluk, 18 yaşın altındaki tüm yaşları kapsayan gelişimsel ve hukuki bir kategori olarak tasnif edilmiş bir dönemi tanımlar. Çocukla çalışmak için de iki kapsamlı kuramsal çerçeve sıklıkla kullanılır. “Normal” ile ilgili olan ve “anormal” ile ilgili olan. İlk akla gelen belki de sorun çözme tarafında bir meslekten olduğumuz için “anormal psikoloji” çerçevesi olabilir. Çocuklarda görülen ruhsal sıkıntılar ve davranış problemleri, nedenleri, yaygınlığı, semptomları, sosyal bağlamla ilgisi, psikososyal tedaviler gibi. Oysa normali bilmeden anormali tanımlamak ne ölçüde mümkün olabilir? Dolayısıyla, sosyal hizmet lisans müfredatlarında öncelikle çocuk gelişimi kapsamlı bir ders olarak tasarlanır. Gelişim psikolojisi, çocuğu ve çocukluğu anlamak için ilk esaslı adımdır. Bağımlılıktan özerkleşmeye doğru süren karmaşık bir büyüme süreci olarak gelişimi etraflıca ele alırız.

Normale Vurgu İhtiyacı

Çocuğa sağlanan “bakımın” niteliği gelişimin anahtarıdır. Bugün belirli sayıda gelişim teorisi çocuğa ilişkin kavrayışımızı derinleştirmektedir. Piaget’nin bilişsel gelişim teorisi, oyunla öğrenen çocuğa vurgu yapar. Çocukta gözlenebilir her davranışı betimlediği meşhur günlüklerini okumak heyecan vericidir. Erikson’un psikososyal gelişim aşamaları yaşamın farklı aşamalarında tamamlanması gereken belirli görevleri tanımlar. Watson ve Skinner, davranışçı okula öncülük ederler. Lev Vygotsky, kültürel-tarihsel psikolojisi ve bağlamsal gelişim teorisinde, yetişkinlerin aktif desteğiyle çocukların yaşantısal öğrenme süreçlerini açıklar. Bronfenbrenner, insan gelişiminde iç içe geçmiş çevresel sistemlere vurgu yapar ve ekolojik teoriyi ortaya koyar. Şüphesiz, ebeveyn desteğinden yoksun olan çocuklarla çok sık çalıştığımız için John Bowlby’nin bağlanma teorisi de sıklıkla başvurduğumuz bir teorik çerçevedir.

Bu teorilerin tümü sağlıklı ve işlevsel çocukluk tasarımlarını beslemeyi sürdürüyor. Sosyal çalışmacılar, en az sorun bakışı kadar gelişim bakışını da mesleki müdahale süreçlerinde referans almak zorunda. Aksi durumda, düzeltmeye, tamir etmeye aşırı odaklanarak çocukların zarardan korunmalarının ve iyileştirilmelerinin ötesine geçemeyebiliriz. Onların daha sağlıklı ve işlevsel çevrelerde gelişimine katkı veremeyebiliriz. Bu durum adeta “patoloji” gözlükleri takıp her çocuğa yalnızca maruz kalabilecekleri riskler ve sorunlar üzerinden bakmaya benzeyebilir. Şu halde, modern çocukluk paradigmasının özel bir kategori olarak inşa ettiği çocuğun değerini artıran her türlü girişimi desteklemeliyiz.

Akademisyenin Gündemi

Bugün sosyal çalışma akademik çevresinin çocukla ilgili araştırma gündemi en çok hangi konuları içeriyor? Bu soruyu yanıtlamak için önde gelen hakemli uluslararası bilimsel dergilere bakmak ve bu dergilerin içinde en çok atıf alan araştırmaları incelemek mümkün olabilir. Örneğin yüksek etki faktörlü (2.049) bir dergi olan “Children and Youth Services Review” (Çocuk ve Ergen Hizmetleri İncelemeleri), dergisinin 2018 yıl sonu sayısında, ilk sırada “kanıta dayalı ebeveyn eğitimi” konulu bir araştırma yer alıyor. Sorundan ziyade güçlendirmeye vurgunun önde olması mesleki sosyalizasyon açısından ümit vaat ediyor. Bu çalışma, sosyal çalışmacıların eğitim ortamlarında artan etkisine de işaret ediyor. Ardından; riskli cinsel davranışlar, madde bağımlılığı, çocuk koruma çalışanlarının psikososyal sağlığı, zorbalık, çocuk istismarı, ergenlerde şiddet, koruyucu aile, ergen gebeliği ve siber zorbalık konuları geliyor. Yüksek etki faktörlü (1.907) bir diğer dergi “Child & Family Social Work” (Çocuk ve Aileyle Sosyal Çalışma) içinde en çok atıf alan ilk çalışma, profesyonel çocuk koruma hizmetlerinden ayrılan gençlerin süreçlerini resmediyor. Bu araştırmayı; aile dayanıklılığı (belki de daha doğrusu ‘yılmazlık’), koruyucu ailede büyüyen çocuklarda akademik başarı, çocuk refahı hizmetlerine çocukların katılımı, profesyonel kuruluş bakımı deneyimleri, çocuk hizmetlerinde babaların rolü ve babalık sorunları ile ilgili araştırma ve derlemeler izliyor. Görüldüğü gibi geliştirici uygulamalar, sorun analizleri ve hizmet modellerinin değerlendirmesi olarak üç başlıkta toparlayabileceğimiz türden çalışmalar sosyal çalışma araştırmacılarının ve kardeş disiplinlerden (psikoloji, danışmanlık, hemşirelik, çocuk gelişimi, sosyoloji gibi) çalışmaların gündeminde yer alıyor. Türkiye’de de sosyal çalışma araştırmalarının, çocuk istismarı ağırlıklı olmak üzere, çocukların hakları ve çocuklara yönelik hizmet modellerinin geliştirilmesi ekseninde olduğu görülebilir. Bununla birlikte, çocuklara ve ailelerine yönelik kanıta dayalı psikososyal müdahalelerin geliştirilmesine ihtiyacımız olduğu çok açık.

Çocuklar öncelikli meselemiz olmayı sürdürüyor ve sürdürecek. 81 milyon kişi civarında seyreden genel ülke nüfusumuzun içinde 18 yaş altı nüfusun oranı 2017 yılı verilerine göre ortalama %28,5 idi. Bu da yaklaşık 23 milyon çocuk anlamına geliyor. Nüfus artış hızımız düşüyor olsa da çocuk ve genç nüfus oranlarımız halen Avrupa ülkelerine göre hayli yüksek. Ayrıca çoğunluğu Suriyeli olan geçici koruma statüsündeki çocukların sayısı da iki milyona yakın. Bunların içinde sadece Türkiye’de doğanların sayısı bile 300 binden fazla.  Dolayısıyla 25 milyon çocuğumuz var ve bu çocukların korunmasından ve gelişiminden hepimiz sorumluyuz. Çocuklarımızın geleceğini şekillendirecek olan çocuk refahı hizmetlerinin bilimsel kanıtlara göre ve bütüncül çerçeveler içinde tasarlanması gereği apaçık ortadadır. Çocukların gelişimini ve psikososyal sağlığını desteklemek için ebeveynlerin/bakımverenlerin yapması gerekenler somut olarak ortaya konulmalı ve erişilebilir olmalıdır. Erken çocukluk müdahalelerini olabildiğince yaygınlaştırmalıyız. Çocuk refahı ile ilgili sosyal politikalar, programlar, hukuki ve idari düzenlemeler üzerinde titizlikle çalışılmalıdır. Tüm çocuklara ve onlarla birlikte ailelerine; okullarda, birinci basamak sağlık hizmetlerinde, rehberlik hizmetlerinde, erken müdahale programlarında profesyonel destek sunulmalıdır. Çocuğun her türlü zarardan korunması halen temel ölçümüzdür. Her çocuk çok değerlidir! 

bottom of page